Macar kadınların el emeği göz nuru ...

MACARİSTANBUL




Kalocsa nakışının tarihi yolu

2014.03.14 16:39

Kalocsa nakışının tarihi yolu

 

Kalocsa nakışının gelişimi 1860’lı yılların başından itibaren izlenebilir. Bu dönemde Kalocsa şehrinde bir basınevi açıldı. Vurma tahtası yardımıyla hazırlanan delik nakışı popüler oldu. Köydeki çiftçi kadınları bu teknik ile şehir sakinlerine geleneksel ev tekstilleri (çarşaf, yastık kılıfı) hazırlıyordu. İşlemeli nakışlar daha sonra giyimlerde de (gömlek) ortaya çıktı. Delik nakışı ile uğraşan kadınlar, mavi yada mor boyaya batırılmış kuştüyü kalemle kumaşa Kalocs motifleri çizdiler. Bu kadınlar genellikle o dönemin marangozlarının eşleri yada kızlarıydı. Maviye boyamış mobilyaları çiçek desenleriyle süsledikleri için Kalocsa nakışı yapmak için de yeterli tecrübeleri vardı. Mobilyaları ve oda duvarlarının çiçek desenleriyle süslenmesi sık sık nakışın hikayesiyle bağlantılıdır ve birbirlerini etkilemişlerdir.  

 

19. yüzyılın sonuna doğru nakış daha popüler olup yeni anlatım ve teknikler ortaya çıktı: delik dikişi yerine sarma nakışı giderek yaygınlaştı. Bununla paralel sap işi (çiçeklerin sapları ve filizleri için) ve kırbaç dikişi (kenarlar için) da ortaya çıktı. Bu zamanlarda ketene, beze ve nadiren dokumalara nakış işlendi. Kalocsa’nın eski yerel deseninin en önemli özelliği basitlikti. Motifleri, çiçekler, yapraklar, filizler orantılı, desenleri yoğun değil, renkleri başta basitti. Eski Kalocsa nakışları tek renk, beyaz desenliydi. Bu desenlerle kendi özel eşyalarını veya ücret karşılığı başkaları için yapılan kumaşları (çarşaf, masa örtüsü vs) süslediler. Kendi giysilerinde siyah, mavi – siyah ve mavi – kırmızı iplikle yapılan nakış da kullandılar. Daha fazla renk Nagyatád’taki iplik fabrikasının 1912 yılında açılışından sonra kullanılmaya başladı. Bundan sonra solmayan iplikleri almak herkes için mümkündü (eski nakışların özelliği rengi atmış yeşil renkler).

 

Yüzyıldönümünde bu işle uğraşan kadınların, delik dikişi tekniğinin üstünde durmayan ikinci nesili ortaya çıktı. Çoğalan sayıları ve yaratıcılıkları bölgedeki halk sanatına büyük bir ivme kazandırdı. 1920. yıllardan sonra Kalocsa nakışlarında ve köylü kızların giysilerinde renk cümbüşü yaşandı. Kızlar ve kadınlar güzel eşyalar seviyordu, giysilerine önem veriyordu. Yazın işlenmiş bluz, önlük, ve başlık giyerek işe gidiyorlardı. Renkler ve motifler çoğalınca kadınlar günlük eşyalarına daha fazla nakış işlediler: çarşaflar, yatak örtüleri, havlular, atkılar, perdeler, başlıklar, bluzlar (erkek gömlekleri de), ceketler, terlikler ve mendillere de. Dikiş makinesinin ortaya çıkmasıyla Kalocsa nakışlarında kullanılan özel dikiş teknikleri de çoğaldı: İngiliz madeira nakışı, sap işi, delik işi, fisto vs.

 

II. Dünya Savaşı’nda gittikçe zorlaşan hayat halk sanatını arka plana itti, nakış için talepler hissedilir derecede azaldı ama ekonomi yeniden yükselip turizm başlayınca tekrar yükseldi. Bu dönem için rengarenk giysiler ve ince teknik gerektiren beyaz ve renkli ‘rostás’ denilennakış karakteristik.

 

Üretimde meydana gelen derin değişiklikler köylülerin hayat tarzını etkiledi. Yaşlı kadınlar hala eski giysilerine sadık ama renkli, işlenmiş halk kıyafetleri gittikçe arka planda kaldı. Köylülerimizin nakış sanatı yeni ortama uyarak zolunu arıyor (örtüler, minderler, Kalocsa kıyafeti giyen bebekler vs). Yeni hayat tarzını kuran gençlerin giysilerinde (gömlek) de Kalocsa nakışları ortaya çıkar.

 

Kalocsai Sárköz Bölgesi

 

 

 

Macar etnografyası, Ordas – Kecel – Szeremle üçgeninde bulunan derin ve sık sık sel altında kalan bölgeye Kalocsai Sárköz adını vermişti. ‘Kalocsai’ sıfatı çok önemli, onun yardımıyla Tuna’nın sol tarafındaki Sárköz’ü, Tuna’nın sağ tarafındaki, Tolna Eyaleti’nde olan Sárköz’den ayırt ederiz.

 

        Kalocsai Sárköz bölgesinde 18. yüzyılın yerleştirmelerinden sonra çeşit çeşit macarlar ve çeşit çeşit azınlıklar hep beraber yaşıyordu. Kazılar, bu bölgenin 2. – 3. yüzyılda da meskun olmasını belgeler. Kalocsa’da 18. yüzyılın başında büyük bir ihtimalle 300, sonunda ise 7000 kişi yaşıyordu.

 

Şehrin en iyi, kuzey bölgesinde başpiskoposluk evleri ve kurumları yer buldu. Ana meydanının barok görünüşü 18. yüzyılda katedralın, başpiskopos sarayının ve diğer dini binaların inşaatıyle oluştu.

Kalocsa başpiskoposluk bölgesi ilk kralımız, Aziz István tarafından kuruldu, piskoposu Asztrik oldu. Asztrik papanın elçisi olarak István’a Macar Kilisesi’nin izin belgesini ve kral tacını getirdi ve Kalocsa’daki ilk katedralı inşaa ettirdi. İkinci katedral 13. yüzyılda, Ugrin Csák başpiskoposluk döneminde inşaa edildi ancak 1602 yılında yandı. Bugünkü katedral bir öncekinin kalıntıları kullanılarak 1935 ile 1954 yıllar arasında, mimar András .